23 Ekim 2013 Çarşamba

Ordan, Burdan, Şurdan

    Bayramlara bakış açım çoğunluğa göre biraz farklıdır. Bütün kayıplarımı bayramlarda yaşadığımdan olsa gerek çok hoş şeyler anımsatmaz ondan dolayıdır ki bayram heycanı ile dolup taşanlardan değilim. Bir de her bayram öncesi yaşadığım bilet bulma krizleri trafik dertleri yüzünden çekeceğim meşakkatli saatler gözümde büyür. (Otobüs firmaları keşke artık bizi kapımızın önünden alsa, hizmette sınır tanımasa ne güzel olurdu. Rekabette sınır yok bence projeye dökülmeli :) ) 
    
    Gene de aile ile bir araya gelmeler, kurban bayramı vesilesiyle mangal partileri, sonrasında büyükleri evde bırakıp gezmelere gitmesi, eğlenilmesi oldukça keyiflidir. Bol yemeli, içmeli, gezmeli bir bayramdı velhasıl. 

     Ancak her sene yaşanan bu senede kaçan boğa şu kadar kişiyi yaraladı, sokakları kan götürdü haberlerini görmüş, dehşete kapılıp sinirden benim gibi şişmiş olmalısınız. Tam bir etçil olmama karşın, aynı anda binlerce hayvanın kesilmesi toplu katliammış gibi geliyor. Ne diyorsun sen, yemesine hapur hupur yiyorsun diye söylenmeye başlamış olabilirsiniz ancak göz görmeyince gönül katlanıyor durumu -bayramlarda otçul bir yapıya bürünüyorum.- tam olarak benimki. Dini vecizelerimizi yerine getirirken belirli kural ve kaidelere dikkat edip, karşımızdakinin canlı bir varlık olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız diyerek bir daha ki bayramlara itaafen sosyal mesajımı vereyim.

     "Banane yea, madem gelenek o zaman bayramlıkta isterim sdhkhfsk" triplerimle çıktığımız arife günü alışverişimizde (evet yine aynı hataya düştüm, bir daha arife günü kendimi eve kitleyeceğim katil olmamak elde değil. Elimde ki ürünleri boş boş bakınırken kaptırmanın hezimetiyle akıllansam da, tövbe ettim.) tek kazancım Yekta Kopan'ın son kitabı "Aile Çay Bahçesi" oldu.




      Müzeyyen, sanki sen, ben içimizdeki kadın. Hiç bir zaman dillendiremediğimiz, akılda dolaşan soruların yüze vurumu... Duru, olağan belki sıradan ama gerçekçi. Kaçışlar, iç hesaplaşmalar, kıskançlık, nefret, hepsi bir arada. Müzeyyen de zaman zaman kendimi buldum. Hiç düşünmediğimi sandığım, özlediğim şeylerle yüzleştim, belki de öyle olmasını istedim. Kısa ama okunası bir kitap olmuş. İlla al oku der miyim, hayır. Ama Yekta Kopan'ın tarzını seviyorsan bence okunası.


     Bursa da sokaklara, özellikle durak yakınlarına ücretsiz kitap alımı yapılabilinecek kütüphaneler yapıldı haberini okuduğumda çok sevinmiştim. Şuradan detaylı haberine de bakabilirsiniz. Çok uzun süre kütüphanelerin kurulduğu noktalarda bulunmadığımdan görememiştim ancak geçen gün altıparmaktakinin durumunu görünce bizim gibi kitaba değer vermeyen toplumlarda bu tarz projelerin yapılmasının anlamsız olduğunu bir kere daha anlamış oldu. Aşağıda da göreceğiniz gibi içeride bir tane bile kitap bırakılmamasının yanı sıra (al oku, yerine koyu baya yanlış anlamış olmalıyız.) hiç bir kilidi olmayan kitaplığın camlarını kırmak ve sanki hiç çöp kutusu yokmuşçasına çöple doldurmayı anlayamadım. Oysa hayalimde ne güzel herkes aldığının yerine iki koysa, sirkülasyon devam etse ve kitaba ulaşamayan ya da daha önce okumaktan pek haz etmeyen birinin bir göz gezdireyim ile başlayıp "okur" olacağını falan düşünmüştüm. Baya ütopikmiş hayallerim bunu fark ettim.




     Bayram tatili dönüşümü bari son günlere bırakmayayım kafasıyla 2 gün önce İzmir'e döndüm ve anladım ki trafiksiz bir İzmir çok daha güzelmiş her yere çok kısa sürelerde gidebilmek, yollarda kitlenen trafikte sürünmemek ayrıcalıkmış. Şimdiyse derslerle boğuşuyorum.

    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder